20 Nisan 2020 Pazartesi

MAKE LOVE, IT WILL CAUSE WAR ANYWAY



Merhabalar benim Youtube'daki egzersiz videolarını yattığı yerden cips yiyerek izleyen okurlarım,

Yaklaşık 3 haftadır diyetteyim bu sürede sadece bir buçuk kilo verdiğim için ara sıra sinirli bir surat ifadesiyle hırslı hırslı göbeğime vuruyorum. Protein sayma mevzu işin içine girince vejetaryenlik meselesini tekrar düşünme kararı alıp biraz daha araştırma yapayım dedim. Netice de benim 2 kase mercimek yiyerek aldığım proteini et yiyen birisi 0 karbonhidratla bir parça etle alabiliyor. Bu arada 3 yıldır sıkı bir vejetaryen olup et yiyenleri itin götüne sokuyor olmam belki de hata yapıyorum biraz daha araştırma yapayım demekten beni alıkoymadı. Şu dakikadan itibaren et yemeye başlasam kimseye de hesap verecek değilim. Peki ne oldu bu araştırmalarım sonucunda vejetaryenliği bırakmayı bırakın, süt ürünlerini de artık sadece aldığım paketli gıdanın içinde varsa yiyecek kadar minimuma indirdim :))) Ama konumuz bu değil. Diyet yapmak hem ucuz bir iş değil hem de hesabıyla, pişirmesiyle zaman alan bir süreç. Bu süreç bana aslında ne kadar çok savaşmamız gerektiğini hatırlattı. Hayat dediğimiz şey aslında hiç durmayan ve sonunda herkesin ölerek kaybetmek zorunda olduğu bir savaş mıydı?

Yeterli proteini almaya çalışmak, işe girmeye çalışmak, daha güzel elbiseler almak, hastalanmamaya çalışmak,sevgilinde kalabilmek için evden bir bahaneyle çıkmak, gece dışarı çıkabilmek için annenlerden izin almaya çalışmak hepsi ama hepsi insanı yavaş yavaş yoran bir savaş değil mi? Her sabah uyandığımda göz altlarıma sürdüğüm krem bile yaşlanmaya karşı verdiğim bir savaş. Başkalarına kendimizi beğendirmek için, kocamız bizi güzel bulsun diye ,ne kadar çökmüş demesinler diye yer çekimine karşı gelmek için yaptırdığımız meme ameliyatları, karın germeler, gıdı toparlatmalar ne acılı ve hiç sonu olmayan şikayetlerin savaşı. Buna rağmen kocanızın er geç sizi aldatacak olması da cabası... Bu savaşların kaçınılmaz olduğunun farkına varınca silahlanmak için ne yapabilirim diye düşünmeye başladım.

------> Bir kere en başta zaten iyi imkanlara sahip olmaya çabalamak savaşınızın cephelerini azaltacaktır. İyi bir eğitim almaya çabalamak, özgürlüğünüz uğruna kendinizi tehlikeye sokacak davranışlarda bulunmamak gibi. Biliyorum mesela bazı şeyler sizin için doğru ,sevgilinizin olması gibi ya da her akşam dışarı çıkmak gibi. Ama bunun sonucunda ailenizden şiddet görüyor, hakarete maruz kalıyorsanız kendinizi korumaya almak ve ilerisi için daha iyi imkanlar yaratabilmek için kendinizi belli bir süre ekonomik özgürlüğünüze ulaşacak zamana kadar korumaya almak zorundasınız.

-----> Uğruna savaşmaya değecek insanlar bulmak. Yaşlandıkça, yoldaki karınca dahil herkes beni hayal kırıklığına uğratınca anladım ki bu gerçekten bu çok zor. Ergenlikte arkadaşlarımı ailemin önüne koyduğumda hep ilerde değişecek derlerdi inanmazdım. Kimse sizi aileniz kadar sevmeyecek, koruyup kollamayacak. Tabi en büyük hayal kırıklığını ailesinden yaşamış, istismara, şiddete maruz kalmışlara kol kırılır yel içinde kalır demiyorum .Onlar da aile yerine koyduklarını baz alsın. Insta momlar yüzünden kadınların bu çocuk yapma merakını hep acınası ve toplum dayatmasının sonucu olduğunu düşünürdüm. Aklı yerinde olan biri vücuduna sonsuza kadar zarar verecek doğum gibi bir manyaklığı gerçekleştirmez çünkü. Şimdi anlıyorum ki kadınların çoğunun çocuk merakının içinde bir medet umma var. Babadan, kocadan görmediği hayrı evlattan görme umudu var. Çünkü biliyor ki herkes çıkıp gitse de kendi kurduğu ailesi yani çocukları hep onunla olacak. Çocuk yetiştirmek belki de savaşların en kapsamlı ve zor olanı. Ama bu savaşın sonunda ne olursa olsun uğruna savaştığınız kişinin hiç gitmeyecek sizi terk etmeyecek olması savaşmak için yeterli ve çok zor bulunan bir motivasyon. Erkeklerin hayatları boyunca gerçek anlamda aşkı tattıklarını düşünmüyorum.Genelde onlarınki daha iyi birini bulana kadar sürüyor. Kadınlarsa sadece çocuklarına aşk kadar koşulsuz bir duygu besliyor. Ailenizin dışında sizinle sonsuza kadar kalacak ya da bir gün gidecek olsa dahi pişman etmeyecek biri bulmak sizin standartlarınızı düşürmemenizle bağlantılı. Eğer benim gibi birisiyseniz birine aşık olduğunuzda, arkadaşça sevdiğinizde onu pamuklara sarıp sarmalar, dışarıdan kimse kırıp bükemesin diye kendinizi siper edersiniz. Acil durumda aranacaklar listesinde ister istemez bir numara haline gelirsiniz. Ama hayat bazen planladığımız gibi gitmez. Biz değişiriz, karşımızdaki değişir, şartlar değişir. Öyle olduğunda ve geriye dönüp baktınızda ilişkinizin tüm savaşlarında en önde yalnız başınıza kılıç salladığınızı görmek tekrar başka biri uğruna savaşmak için gereken motivasyonu elinizden alır. Sizin onun küçük bir baş ağrısına içiniz giderken onun göz yaşlarınızı görmezden gelmiş olması kalbinizi içine bir bardak su dökülen kızgın yağdan daha çok cızlatır.

Bazıları öldürmeyen acıların insanı güçlendirdiğine inanır ben hissizleştirdiğine inanırım. Evet ikinci defa kalbiniz o kadar şiddetli kırılmaz belki ama bu güçlendiğinizden değil, ikinci defa o kadar şiddetli sevmediğinizden olur. Bu yüzden aman ben nelerle başa çıktım bir şey olmaz diye kalbinizi kıracağını bildiğiniz iletişimler kurmayın. Hissizleşmenin yaşayan bir ölü olmaktan farkı yok. Belki de sizi çok sevecek bir insana göstermek istediğiniz sevgiyi zamanında çok acı çektiğiniz için gösteremeyecek, güvenemeyeceksiniz. Ve belki de daha kötüsü maksimum sevgiyi zamanında sadece size acı çektiren insana gösterebildiğiniz için sadece onu gerçekten sevdiğinizi düşüneceğiniz bir illüzyon içine gireceksiniz. Teoman'ın da dediği gibi Her zaman kolay değil / Sevmeden sevişmek tanımak bir vücudu/ Yavaşça öğrenmek, alışmak ve kaybetmek... O sebeple normalde sümüğünüzü sürmeyeceğiniz insanlar için sevgi küsvesi altında savaşmayın. Ben bunun için ateşlerin içine atladım, yine olsa yine kaparım diye gururla böbürleneceğiniz, yanağından bir makas alacağınız insanları hayatınıza alın.

----> Duruşunuz olması size asıl motivasyon sağlayacak en önemli şey bence. Başkaları ne derse hır gür çıkarmamak için, uyumlu olmak, daha çok iş anlaşması yapmak, daha çok sevilmek için aslında kendi görüşünüz adına ısrar etmemek hayatınızdaki çoğu savaş cephesini kapatır. İlişkilerinizde hatta genel olarak hayatta zorlanmazsınız. Benim gibi diyetisyeninize çok bilmişlik taslamazsınız,diyetiniz daha kolay olur. Arkadaşlarınızla, ailenizle kavgalarınız daha az olur. Ama bence bu çok yanlış. Evet hayattaki tüm savaşlarımızın, kavgalarımızın nedeni kendi duruşumuz. İnançlarımız, dinimiz, kendi ahlak anlayışımız, doğrularımız. Bunlar sayısız topraklarda sayısız savaş cepheleri açıyor belki de ama ne olursa sonu belirsiz, uzun ve gergin savaşlar topraklarınızda işgalcilerin hüküm sürmesinden iyidir. Çünkü kimse kırbaçladığı sessiz kölenin adını hatırlamaz. Bazen nefretle bazen saygıyla ama toprakları için savaşan bir kahramanın adı her zaman hatırlanır. En kötü demokrasi en iyi darbe yönetiminden evladır. Savaşmaktan korktuğunuz için topraklarınıza kim ne isterse onu dikmeyin !

22 Mart 2020 Pazar

BÜLBÜLÜM ALTIN KAFESTE #EVDEYİM

   Merhabalar benim karantinanın Allah’ını işsiz kaldığında yaşayan okurlarım, 
2 aydır işsizim... Kafamda eylüle kadar işe girmem kendimi geliştirir, tatil yaparım demiştim zaten. Gelin görün ki corona sebebiyle yazıldığım tüm kurslar iptal oldu, seyahat desen şirinceden şarap aldım bahanesiyle evine çağıran bir erkekten daha tehlikeli. 
   Normalde bahar geldiğinde hep güzelleşirdim. Bu bahar öyle olmadı belki de ilk defa bir bahar aşık olmadığım için. Birden bire kilo alıp tam bir domuza dönmemin ve suratımı sivilce basmasının nedeninin sadece çirkin ve şişman olmam olmasını kabullenemediğim için doktora gittim. Vücuduma gereksiz progesteron yüklemekten olabileceğini söyledi. Geçen mart  ayından beri cidden vücudumun içine sıçtım. Dikkatsizlikle kaptığım enfeksiyonlar, mantarlar, kirpiğimi uzatıcam diye sürdüğüm yağların gözyaşı kanallarımı tıkaması... Bunun yanında yazın hatırlamak denen bir beyin fonsiyonu olduğunu unutmak için kahvaltıdan sonra ilk bardağımı içecek kadar alkole düştüm. Yazık barış sürekli neden içiyorsun diye kızıyordu. Gerçi yarım bardak birayla sarhoş olduğun için vücuduma çok da zarar verememişimdir... Mental olarak da kolay bir yıl olduğunu söyleyemem. Erasmusa gitmeden önce kullandığım antidepresanlar mükemmel bir ay geçirmemi sağlamıştı. O dönem anlamıştım ki problemim geçmişe aşırı takıntılı olmak çünkü ilaçlarımı kullandığım zaman hiçbir şeyi gerektiğinden fazla hatırlamıyordum. Demek ki normal insanlar böyle yaşıyor diye şaşkına düşmüştüm. Bu sebeple kendimi meşgul ederek düşünmememi sağlamayı amaç edinmiştim ama malumunuz karantina... Yine de kendimizi meşgul edip drama queen olmamızı engelleyecek bazı şeylerin listesini yaptım :


1-) Film izle 
Bu listenin klişelerle dolu olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Size farklı görünmek için entel dantel film listeleri vermeyeceğim sonuçta hepimiz sıkılınca aşkı memnu izliyoruz... Bana göre insanın izleyebileceği en iyi film kendi hayatı. Kaliteli bir filmin hiçbir sahnesi öylesine çekilmez. Her görüntü karesinde anlamamız gereken bir şey vardır. Bazen filmin sonunda en baştaki sahnede bize ne anlatılmak istendiğini anlarız. Bazen aynı filmi farklı bir yaşta izlediğimizde ne anlatmak istediğini anlarız. Bence yaşamlarımızda böyle.İnsanlar genelde nasıl hiçbir şeyi unutmadığını, nasıl her şeyi aklımda tutabildiğimi sorar. Bunun cevabı her şeyin fotoğrafını çekiyor olmam. Bu bir selfiede güzel çıkmak için 500 tane fotoğraf çekilen ya da her dakika fotoğraf çekilen kızlardan olduğum anlamına gelmiyor. Benim için bir şeyin fotoğrafını çekmek onu hatırlamanın en iyi yolu çünkü o şey o anda kilitleniyor sonsuza kadar. Belki de bu sebeple telefondaki fotoğrafların tam 25.000 oldu. Böylece karantina boyunca 2016dan beri olan fotoğraflarımı silmeye yani kendi filmimi izlemeye karar verdim. Ama en önemlisi fotoğraf silerken fonda Mirkelamdan Hatıralar ya da Sezen Aksu’dan Küçüğüm çalmalı...Tabi her ay kendi içinde farklı anılara sahip. Geçmişi hatırlamak istemeyen biri için eski fotoğraflara bakmak iyi bir fikir değil belki de. Yine de geçmişin hatırladığım kadar kötü ya da iyi olmadığını görmek bana iyi geliyor. O çok güzel hatırladığım, dünyayı gezdiğim günlerin aslında okulumun bir dönem daha uzamasının sebebi olduğunu hatırlamak ya da pişmanlıklarla andığım son ilişkimin aslında o dönem içimde çok tatlı heyecanlar uyandırdığını hatırlamak geçmişin şimdiden ne daha mükemmel ne daha berbat olduğunu gösteriyor bana. Sadece ne kadar yaşlandığını görmek korkunç. Alnımda derin bir çizgi var ve saçlarım beyazlıyor. 
2-) Spor yap
Karantinada hepimiz yemekten kilo alacağız ama benim bahsedeceğim spor biraz farklı. Baharın gelmesiyle bir gardrop temizliği yapmak, evde kalmayla kendimizi mutfakta ve temizlikte geliştirmek yapılabilecek en iyi spor. 4 gün evvel Ankara’da kar yağınca elimi çekmeceye sokup aldığım bere eski sevgilimin hediyesi olunca dolabımı temizleme kararı aldım :D Ne garip kıyafetlerin bile anısı, parfümün bile kendi hafızası var. Bunu ilk kez şunu yaptığımda giymiştim, bunu son kez şunu yaptığımda giymiştim diye uzayıp giden bir liste. Bu kıyafetleri atın demiyorum üstlerine yüklediğiniz negatif anlamları geri sökün. O bereyi hala atmadım, sadece benim için bir şey ifade etmiyor. Tatlı tatlı elbiselerimi indirdim aşağı raflara yeniden giymek ve yeni anlamlar yüklemek için sabırsızlanıyorum. Onun dışında yemek yapıyorum. Yemek yapamayan bir insan kendine saygısı olmayan bir kancıktır kadın erkek asla fark etmez. Hele sevdiklerine yemek yapmak dünyanın en güzel şeyi. Allah biliyor temizlik yapmaktan nefret ederim hala o konu üstünde çalışıyorum. 
3-) Müzik dinle
Bu sefer gerçekten tavsiyem bu. Çünkü Tanrı’nın garip bir lütfudur ki insan aynı anda konuşup aynı anda dinleyemiyor. Yaşadığımız komik anlar, başarılar, üzüntüler çevremizdekilerle paylaşınca değerleniyor. Garip bir olay başımıza gelince olayın bitiminde telefona sarılıp birine haber vermek belki de iyi ki hayatımdasın demenin en sağlam yolu. Zaten arkadaşınla, sevgilinle, kardeşinle kavga edince buzları eriten bu paylaşma merakı değil mi? Ama fark ediyorum ki hayatımdaki bazı insanlar için bu sadece bir alışkanlığa dönüşmüş. Uzun süre aynı yolda yürüdüğümüz insanlarla yolumuz bir noktada ayrılabilir bu normal ve sırf alışkanlık diye katlandığım ama her seferinde enerjisiyle beni düşürenleri  görmezden geliyorum bu karantinada. Ben karakterimi  kusurlarıyla, bozukluklarıyla, en özgüvenli olduğu konularla bütünüyle kabullendim. Ve sırf insanlar öz benliklerinden utandığı için eksiklerinin üstünü kapatıp kendilerini tanımlıyor diye benim kusurlu ilan edilmemi şaşkınlıkla izliyorum. Hepinizin yüzüne bakınca nasıl özgüvensiz, kıskanç ve pişman olduğunuzu görmeme rağmen ben ağzımla deliyim dedim diye sadece ben mi deli oluyorum ? Mutsuz bir insandan daha tehlikeli olan mutlu maskesi giymiş mutsuz insanmış bunu anladım. Dinliyorum, konuşmuyorum. 
4-) Resim yap
Her ne kadar 36lı pastel boya seti hepimizin çocukluktan kalma Marksist yarasıysa da en güzel resim hayal kurmak. Gerçekten liseden beri günümün en az 1 saatini uzanıp hayal kurmaya harcıyorum. -Bu kimilerine göre kafada kurmak- Bu iyi bir alışkanlık değil, gerçeklerden çok çalıyor ama karantinada yapılacak daha önemli bir işiniz yoktur herhalde ... Bence yalan da olsa birini yanında hayal etmek, paran olduğunu, süper kahraman olduğunu hayal etmek vücudunun mutluluk hormonunu arttırıyor. Neticede hangimiz çok bariz yalanları mutlu kalalım diye yemiş gibi yapmadık ki ? Düşününce bile beni gülümseten hayallerim var. İstediğim renge boyadığım, istediğim çerçeveye soktuğum hayaller... Yatağın içine girdiğimde bana sımsıkı sarıldığı için kaburgalarımı acıtan birinin, belki de hiç içinde olamayacağım bir fotoğrafın kendimce resmedilmiş hali var. 
Umarım evde kaldığımız bu zor günlerde tavsiyelerim  duygusal boşluğa düşmenizi,hatalar yapmanızı ve kendinizle kavga etmenizi önler. Sağlıklı kalın baaayy...

18 Şubat 2020 Salı

BİLKENT GÜZELDİ AMA İNGİLİÇÇE

                    Merhabalar benim Allahın her günü bu mal bile işe girmiş diyen okullarım,
Üniversite bitti. Resmen işsizim. Hatırlarsanız bundan 5 yıl evvel şu yazıyı yazmıştım. Bu 5 yıl içerisinde hayatımın en doğru kararlarını verdiğim kadar hayatımın en pişmanlık dolu kararlarını da verdim. Önceki yazıyı yazdığım banabisugetirle şu ankini yan yana koyduğumda şu ankinin zekasına, kadınlığına, anlayışına hayranlıkla bakıyorum. Tabi öncekinin daha başarılı olduğu konular vardı örneğin müzik bilgim o kadar iyiydi ki MTV'ye sunuculuk için başvurmuştum lol şimdi 90lar pop gecelerinin aranan ismiyim sadece...




Bundan 2 hafta önce babaannemin ALS hastası olduğunu öğrendim. Ice bucket challenge yapıldığı dönem olayı wet t-shirt contest geyiğine vurduğum için hastalık hakkında pek bilgim yoktu. Maalesef ki tedavisi olmayan ve çok zorlu süreçleri olan bir hastalık. İlacının Türkiyede çok zor bulunması sebebiyle facebook gruplarına üye oldum, yardım eden birini bulabilirim belki diye. Babaannemin çekeceği süreç ne kadar acı olsa da sonuçta 72 yaşında ama o grupta gencecik insanlar gördüm, maddi durumu iyi olmayıp bu hastalığa yakalananlar gördüm. Bu hep hastalar için hem onlara bakanlar için çok zor. Şimdi yazacaklarımı herhangi bir hastalıktan şikayetçi biri okur da umutsuzluğa kapılır diye ödüm kopuyor ama yazmak istiyorum çünkü değişmesini istiyorum. Bu hastalığın neden olduğu bilinmiyor ve hepimiz her an olabiliriz ve bu iki haftadır düşünüyorum, şu an bu hastalığa yakalanmış olsam ne yapardım? Demode pick up linelarla DM'ime düşen erkekler bir daha yazar mıydı, hep en yavaş olacağım ve sonunda yürüyemeyecek duruma geleceğim için arkadaşlarım beni birkaç doğum gününden başka bir yere çağırır mıydı, normalde eğitimimden ve becerilerimden yararlanmak isteyen bir şirket bu hastalık zekamı hiç etkilememesine rağmen beni işe alır mıydı? Oturduğum sandalyede başkalarının en romantik aşkları, en güzel işleri, en güzel eğlenceleri yaşadıklarını izleme ihtimalini düşününce bile kalbim kırıldı. Uğruna günlerce ağladığım erkekler, sabahladığım ödevler hepsi gözümde ufalanıp yok oldu.
             Bizden önceki neslin motivasyonu "Hayat çok kısa yap gitsin" cümlesiydi ama fark ettim ki bizim motivasyon cümlemiz "Hayat çok uzun sonra yap gitsin". Hepimizi çok sevdiğimiz sevgililerimizden belki daha iyisini buluruz diye ya da daha çok gencim hayatımı bir kişi üzerine kuramam diye ayıran bu cümle değil miydi, bir şeyler üretmek varken evimizde bütün gün saatlerce dizi izleyip, oyun oynamamızı sağlayan bu cümle değil mi? Bizim nesil aceleci değil, tembel ve plansız önümüzde uzun yıllar olduğunu düşündüğümüz için. Coronanın ya da bazı iklim felaketleri yüzünden bizden sonraki neslin zaman kullanımında daha etkili olacağını düşünüyorum ama biz de olmalıyız. Çooooook klasik gelecek biliyorum ama ertesi gün yakalanabileceğimiz bir hastalık çok sevdiğimiz birinden bizi sonsuza kadar ayırabilir ve hastalıkların da insanlar için olduğunu
anlamamız gerekiyor. Kimseyi elinde olmayan bir sebeple bizden aşağı görüp dışlamak doğru değil.

           Tabi bu düşüncelerle boğuşurken Tanrıyla yakınlaştım. Dinlerin çoğunun demokrasileri yok etmesini, terörü ve hoşgörüsüzlüğü yaymasını güçlü bir argüman olarak kullanıp deist olan insanları anlayabiliyorum. Ama bence ateistleri ya vaktinde Tanrıya çok yalvarmış ve bir cevap alamamış ya da hiç gerçekten Tanrıya yalvarmak zorunda kalmamış insanlar oluşturuyor. Tanrının neden insanları bu acıların içine attığını, beni de atıp atmayacağını doğum haritamda satürnün 8.evde olmasının (ölümden korkma ve acı çekerek ölmeye işaret eder) verdiği anksiyeteyle düşünürken şu tasavvuf düşüncesine denk geldim. Ölümün gerçekte ne kadar acıtacağı, fiziksel olarak çektiğimiz acılara ne kadar bağlı? Örneğin, sayısız hırsızlık yapmış, hayvanlara ve insanlara şiddet uygulamış biri bir gece uykusunda öldüğünde, her gün iyilik yapan ve 3 yıl felç olduktan sonra hastanede ölen birinden daha mı az acı çeker? Ölüm anında vicdanımızın bize yaşatacağı korku kaç dakika sürecek, ne kadar acıtacak bilmiyorum ama ruhumuz bedenimizden ayrılırken hissedeceğimiz acının fiziksel olandan apayrı olacağını düşünüyorum. Yaktığımız canları, yaptığımız haksızlıkları, söylediğimiz acı sözleri geri alamayacağımızı bilmenin yarattığı çaresizlik ne kadar kötü biriysek o kadar canımızı yakacak.
      Yavaş yavaş kabullendim şimdilik babaannem çok şükür iyi. Bunu bir içsel aydınlanmaya dönüştürüp beni mutlu etmektense mutsuz etmeyi misyon edinmiş insanlarla görüşmeyi bıraktım, İstanbul'a taşındım.Ankaraya dair özlediğim tek şey kedim Güneş ve mutfak masasında kalan peripellam olması bazı arkadaşlarımı üzse de gerçek bu... Şu an ablamla beraber 800 erkekten oluşan bir kampüste kaldığım için ablam beni dışarı çıkarmayı pek tercih etmiyor ahaha yine de çıkıp köpekleri besliyorum, yoga yapıyorum, bol bol şükrediyorum. Hem Ankarada hem İstanbulda iş başvurusunda bulundum bakalım ne çıkarsa bahtıma

31 Aralık 2019 Salı

KENDİME YENİ BİR BEN LAZIM

Merhabalar benim on yıl öncesini 1990 sanan okurlarım,

Bugün 2020 yılına giriyoruz. Yalnızca yıl değil, decade de değiştiriyoruz. Bu yüzden geriye dönüp bu yılı değerlendirmenin ve dersler çıkarmanın eğlenceli olacağını düşündüm.

2019 yılına Erasmusumun devam etmesi nedeniyle Brükselden Tilburg'a giderek girdim. Alkım beni almaya bisikletle geldi ama yolun ortasında bacakları ağrıdığı için pes etti ve gecenin çoğunu yürüyerek geçirdik...
Bu yıl birkaç ülke gördüm ve tabi birçok şehir.

Erasmus elbetteki bana birçok şey kattı. Hayatımda kendi evimde 1 haftadan uzun süre hiç ayrılmamışken bambaşka bir ülkeye tek başıma taşındım. Buna bu kadar kolay adapte olmuş olmam t hem beni sevindirdi hem de kendimle ilgili dehşete düşürdü. Kendimi o kadar hiç yere ve hiç kimseye ait hissetmedim ki doğduğumdan beri, nerde nefes aldığımın benim için hiçbir öneminin kalmadığını bu kez çok çarpıcı şekilde gördüm. Babamın her gün ağlayarak,gerçekten ağlayarak, ne yedin, aç mısın, sıkılıyor musun, seni çok özledim dediği aramaların içimde hiçbir şey uyandırmaması ailemi sevmediğimden değildi. Ama yalnızlığı çok sevmiştim. Hatta Türkiye'ye döndükten sonra en çok zorlandığım konu bu oldu. Artık insanlarla 10 dakikadan fazla muhabbet kuramaz hala gelmiştim. 
Alıştım. Ama sonunda veda etmek zorunda kaldım.
Kavuştum.

Kavuşmanın, sevilmenin sıcaklığının nasıl bir şey olduğunu hatırlayınca gereksiz inadım yüzünden kavuşmaktan, teslim olmaktan kendimi alıkoymanın  kısacık ömrümde yapacağım en büyük hata olacağına karar verdim. Eski yüzlerle yeni anılar biriktirebileceğime inandım.
Ağladım.  Pek çok ağladım...Biraz fazla ağladım.



Ama güldüm de
 

 

                     
                                             Yeri geldi alfa oğlu alfa oldum.


                                                     Yeri geldi ezildikçe ezildim.

 Romantik ilişkilerimde yaptığım en büyük hatanın karşıdakinin rolünü çalmak olduğunu anladım. Kendi işlerimi kendim halletmek, kimseye muhtaç ve borçlu olmamak için verdiği m mücadelenin bir şekilde karşımdakini değersizleştirdiğini sonradan anladım. Kimse bana baba rolü yapmasın diye uğraşırken benim anne rolünü üstlenip ilişkiyi kendim için daha da zorlaştırdığımı sonradan anladım. Bu yüzden hep veren taraf oldum hep mağdur taraf oldum çünkü karşımdakinin vermesine izin vermedim. Bu yıl bir erkek fotoğraflarımı fotoğrafçıdan almayı teklif ettiğinde ona tamam diyeceğim. Bu yıl rolleri dağıtmaktansa herkesin istediği rolü oynamasına izin vereceğim. 


                                                      Büyüdüm. Tekrar ve tekrar bunu kutladım :))



Bütün gün ananas yediğim gün de aslında bu yılın önemli günlerindendi ama  hakkında konuşmam yasak :D



Bazı şeylere heves etsem de olmadı. Umarım en içten şekilde umarım ki 2020'ye girdikten hemen sonra bu isteklerim gerçekleşir.


Ve yine veda etmek zorunda kaldım bu sefer ucunda kavuşma olmadan.
Hayatımın en zorlu mücadelerinden birini yaşadım. Sokak kedilerimizden biri toksoplazma kaptı. Onun yaşamasını çok istedim. ÇOK ÇOK ÇOK istedim. Tedavisi için bağış topladım. Yardım eden herkese sonsuz teşekkürler. Ama öldü ve çok acı çekerek öldü. Bu sefer sadece ben çok ağlamadım.Herkes çok ağladı. Onun için belki de elimden gelenin en fazlasını yaptım ama ablamla ikimiz o öldüğünde Allah'a eğer onun hastalığı kapmasının ya da ölmesinin sebebi olduysak bizi affetmesi için dua ettik. Belki de bu ikimizinde çocukluktan kalma yarası. Yaptığımız onca şeye rağmen en iyisi olamadığımız için af dilemek... 2020 yılında bunu da değiştireceğim. Sorumluluk almanın ve liderlik yapmanın bazen bazen gerçekten bokunu çıkarıyorum. Bir ilişkinin, bir eventin, bir ödevin sorumluluğunu aldığımda yanlış giden en küçük şey için kendimi suçluyorum.
Yumak seni çok seviyorum. Bazen hastalığın kardeşine bulaşmasın diye seni ondan ayırdığıma ve kardeşinin çocuklarını hiç göremediğin için ağlıyorum. Kardeşin Şeker senin öldüğünü hiç bilemeyecek. Özür dilerim. Belki de seni kısırlaştırdığımız için kaptın hastalığı, belki de daha fazla param olsa yaşayabilirdin. Bazen hala geceleri geri gelmen için dua ediyorum. İmkansız olduğunu bilsem de. Artık o korkunç acıları çekmediğin için mutluyum. Umarım öldüğümde seni bir kez daha görebilirim.

Kedimin masraflarını karşılamak için başladığım işte neler olduğunu bir önceki yazımda görebilirsiniz. O godamanlarla dolu spor salonunda öğrendiğim çok oldu. Paranın, sözde modernliğin insanları ne denli açgözlü yaptığını, kadın erkek ilişkilerinin bu modernlik altında iğrenç doyumsuzluklara evrildiğini gördüm.

Bazı şeyler başardım.



Bazı başarıların ortağı oldum

 


Yeni şeyler denedim, gördüm, öğrendim.




Bu yıl gerçekten hiç beğenmediğim bir insana dönüştüm. Kendimi tanıyamıyorum. Yaptıklarımı, hatalarımı , beni mutlu eden şeyleri tanıyamıyorum. 2019’dabirkaç yeni evde sabahladım. 


Ama bu yıl kendi evime dönmek istiyorum. Olduğum insana dönmek istiyorum. Olmadığım bir insan gibi davranmaktan yoruldum. Ev ev, kapı kapı dolaştım, başkalarının fikirleri altında değiştim. İstemediğim şeyler yaptım. Hala bazen rüyamda insanlar beni yapmak istemediğim şeylere zorluyor. Sonra her yerimden kanlar akmaya başlıyor ve banyoda bayılırken uyanıp ağlıyorum. Kendi içime, kabuğuma, evime dönmek 2020'deki hedefim. Bu yıl olmak istediğim insan olamasam da nasıl bir insan olmak istemediğimi gördüm. Hata yapmaktan, ağlamaktan, yanlış şeyler söylemekten, pişman olacağım şeylere ışık hızında atlamaktan, yanlış kişilere aşık olmaktan, üşengeç olmaktan çok sıkıldım. Kendimden sıkıldım demiyorum çünkü bu ben değilim biliyorum. Bu yıl kendim olacağım.




Bu yıl bol bol şükredeceğim. Bunu alışkanlık haline getireceğim. Yeterince teşekkür etmeyen biri olarak çok fazla şikayet ettiğimi anladım. Tanrıyla aramı düzelteceğim. Vücudumun sınırlarını görmek için crossfit yapacağım. Uzuuuun bir tatile çıkacağım. Piramitleri göreceğim. Kaybettiğim can yerine binlerce canı yaşatmak için uğraşacağım. Babaannemin ve engelli amcamın sorumluluğunu artık başkalarıyla paylaşıyorum. Daha az yere yetişiyorum artık, hayatımda başka kişilere açacak daha çok yer var. Hayatı artık kontrol etmeye çalışmayı bırakacağım, biraz salıcam. Tenis hocam daha önceden tanıştığım bir hocamla beni yan yana görünce onunla hakkımda konuşmaya başladı. "Çok tatlı, onu sinsi, açıkgözlü kızlardan zannettim ama alakası yok. Masum, vicdanlı,yardımsever ve dürüst." dedi. Tabi ki koltuklarım kabardı ama asıl düşündüğüm şey şu oldu. Bu adam beni sadece haftanın bir günü iki saat görüyor ve oturup sohbet etmek yerine tenis oynuyoruz ve onun bile kişiliğim hakkında mantıklı çıkarımları var. Acaba bazen birilerine kendimizi anlatmak için çok mu çabalıyoruz ? Zaten nasıl biri olduğumuz topa raketle vururken bile belliyse, kendimizi neden top bize doğru gelirken kafasını çeviren insanlara anlatmaya çabalıyoruz ki ?

Benim 2019 yılım ve 2020 hedeflerim bunlar. Hepimize sağlık,aşk,para ve başarı dolu musmutlu yıllar diliyorum aşkoolaaarr. Muah !

23 Kasım 2019 Cumartesi

SUGARDADDYLER GERÇEK NOEL BABALARDIR








        Merhabalar benim kalori miktarını azalmak için sugardaddyi esmer tercih eden okurlarım, 
Bundan yaklaşık üç ay önce part time bir işe girdim. Benden 17 yaş büyük evli patronum işe girdiğim ilk gün bana gümüş bir bilezik, iced misto ve üç tane muz aldı. Kahve seçimi mideme, meyve seçimi de aklıma bir takım kuşkular düşürse de işe devam ettim. Ardı arkası kesilmeyen ikramlar ve hediyeler hatta tatil tekliflerinden sonra bi noluyoruz dedim. Mısır’a gitmeyi çok istiyorum dedikten sonra Mısır’da kalırız diye attığı otelin altına “Mısır yolculuğu kalmasın” yazıp gülen surat koyması o kadar cringeti ki... Onun nehirde su içmeye çalışan ceylana yaklaşan bir timsah olduğunun farkındaydım ama şunu unutmayın ki gerçekten uyuyan insanı çok kolay uyandırabilirsiniz ama uyuyor taklidi yapan insan uyanmakta direnir. Ben de öyleydim işte. Açıkçası paraya ihtiyacım vardı ve zaten beni sigortasız günde 12 saat çalıştırdığı için ikramların da hakkım olduğunu düşünüyordum. Neyse, günlerden birgün bana açık açık “dostum” olur musun dedi. Şok olmuş gözlerle ona bakarken bir taraftan onun cenazesinde yapacağım süslü, dekolteli uygunsuz kıyafetlerden oluşan “My sugardaddy died” lookbookumu düşündükten sonra hayır tabi ki dedim ve bu kombinleri eximlerimden birinin cenazesinde yaparım diye düşündüm. Bana “Benimle olman için sana ne almamı istersin” dedi. Bundan önce bana kredi kartını vermeyi teklif ettiğini söylememe gerek yok herhalde. Sonuç olarak hepimiz gaga bulutun gizli gaylerin kredi kartıyla kendine ev kurduğu gönderilerini zamanında gördük ama böyle bir şeyin gerçekten yaşanıyor olması beni bir süre şoka soktu. Diğer şoka sokan şey de asla ilgimi çekmediğini anlayamamasıydı. Durup durup başka nedenler öne sürüyor ve bunlara çözüm söylüyordu. Bana güvenmiyorsan biraz daha vakit geçirelim, seni çok mu sıkacağımdan korkuyorsun benim yanımdayken dekolte giyebilirsin hele göğüs dekoltesi çok hoşuma gider ama yanımızda birileri varken dikkat etsen yeter istersen başka sevgililerin de olabilir demesi gibi... Sevgililerinin seninle ilgilenmediğimi söylemiştin ben öyle bir adam değilim yanındaki kadını mutlu etmek için her şeyi yaparım ne istersen alırım dedi. İlgilenmek para vermek değildir deyince de senin sevdiğin her şey aklımda sana onları getiriyorum zeytin yemeyi çok sevdiğin için sana sabah kahvaltısında gidip beş çeşit zeytin alıyorum farkında mısın dedi. Ona bu hadsiz cesareti veren de gününün 16 saatini Tinderda üniversiteli kızlarla flörtleşerek geçirmesiydi. Kızların bu amsalağa aldırdığı şeyler arasında uçak biletinden ayakkabıya her şey vardı. Bir kere biri bu am piyadesini görmek için Ankara’ya bilet almış ama görünüşü erkeğe benzediği için bizimki küçük bir kalite kontrol yapmak için nude istemiş karşıdaki de yollamayınca buluşmaktan vazgeçmişti. Tüm bu olaylardan sonra elbette ki işi bıraktım çünkü onun o buruşuk götüyle bana bunları söyleme cesareti midemi bulandırdı. Ama bu söylediği şeyler beni hayattan beklentilerimiz konusunda düşünmeye itti. Erkeklerin benimle ilgilendiği bir ilişki istediğim için ilgisiz erkeklerden ayrılıyorum ama ilgi gösteren erkeklere ilgi duymadığım için onlarla ilişkimi sürdüremiyorum. Neden birlikte olmaktan zerre zevk almadığım bana aşırı iyi davranan eximin Kuğulu Parkta bana aldığı benim de günün sonunda çöpe atmaktansa babaanneme vereyim bari dediğim bir demet gül, parası olmadığı için okul harcını bile çalışıp benim ödediğim ama sonunda tüm parasını ota yatardığı için parasız kaldığını öğrendiğim  eximin bana aldığı ve hala çekmecemde duran mor bereden daha az kıymetliydi? Kadınların özellikle genç kadınların sugardaddy merakını o kadar iyi anladım ki... Sevdiğin erkeğin doğru şeyleri yapmasını uzun zaman boyunca beklemek en sonunda insanda belki de sevmediğim biri de olsa doğru şeyleri yapan erkeğe gitmeliyim hissi uyandırıyor. Aslında mantık çerçevesinden bakınca patronuma vaadeceğim tek şey ara sıra yiyişmek bile olsaydı buna tamam derdi. Çünkü derdinin tamamen yanımda genç ve güzel bir hatun gezsin derdi olduğunu düşünüyorum. Üstelik sizin karınız var neden böyle şeyler yapıyorsunuz dediğimde üstüne basa basa mutlu bir evliliği olduğunu belirtti. Benim ona verdiğimin yanında alacaklarımı düşününce aslında inanılmaz karlı bir alışverişti. Ha aranızda ama gururunun da bir önemi var diyenler olabilir. O gururu bunca zaman yeterince yerlere serdim bence. Bekaretini internette satan bir kız nasılsa en sonunda seçtiğim adam canımı yakıp benden ayrılacak en azından bu şekilde bir kazancım oluyor demişti. Yani bunları insanların neden sugardaddy istediklerini anladığım için söylüyorum. Ve biliyorum ki sugardaddysi olan kızlara kaşar diyen erkeklere bu şans verilse balıklama atlarlar. En azından bu olayı anlattığım tüm erkek arkadaşlarım... Benim düşündüğüm nokta şuydu , Mayıs ayından beri benimle ilgili küçük detayları aklında tutacak, beni koruyup kollayacak, bütün ömrümü 5 metrekarelik odada değil de dışarda geçirtecek , sürekli ilişkinin ağırlığını hissettirip, her dakika mesaj atmacayacak birini istiyordum ve tanrı bana bırak her dakika mesaj atmayı whatsapp story kullanacak kadar zararsız olan bir seçenek sundu. Adeta sen bunları mı istemiştin al bakalım şimdi ne yapacaksın der gibi önemli olanı hatırlattı bana. Nolurdu bütün bunlar olmasa, sevmek sevilme yetmez miydi sadece yetmedi işte bana zamanında. Beraber kaldığım üç erkeğin üçünün de sabah kahvaltı hazırlamamasına üzüldüğüm günler geldi aklıma. Şimdi karşımda sevdiğim zeytin çeşidini bile bilen bir adam oturuyor. Ama bir sapık, aldatan bir yalancı ve iqsu bir domuzunkine eş. Uzun yıllar birini sevmenin tek başına yeterli olmadığını düşündüm. Birinin sana benzemesi, hayata aynı yerden bakmak daha önemliydi benim için. Birini çok seversem ama ya Fenerbahçeli olmazsa, o zaman ayrılmak zorunda kalırım diyecek kadar hem de... Ama bu yaz tanıştığım biri bana çok benziyordu her anlamda ve kendi kendime şunu dedim kendi kendimin ağzına mıçayım. Böyle benmerkezci, alıngan ve boş yapan biri bir ilişkide bir tane olmalı ve o da ancak ben olabilirim. Başka bir ayı da bana hiçbir sevdiğimden duymadığım kibarlıkta iltifatlar edip, beni cluba götürüp bana istediğim her şeyi ısmarladığı için beni öpmeye hak kazandığını sandı. Sonra ben ağlamaya başladığımda gömleğimi yeni aldım üstüne ağlama dedi.... Para, pul, ilgi, iltifat hepsine lanet olsun. Sıcak bir bakışın yerini tutamazmış hiçbiri. 2019’un son aylarında çıkardığım ders bu oldu... 

31 Ağustos 2019 Cumartesi

MİDE AĞRILARIMIN 18 NEDENİ

       Merhabalar benim görselliğin hakim olduğu sosyal mecrada hala blog yazısı okuyan vefalı yarlarım,
Buraya yazmayalı çok uzun zaman oldu ki bu süre zarfından başımdan maceralar dolu, en az 15 yıl askerlik anısı gibi anlata anlata bitiremeyeceğim bir Erasmus macerası geçti. Keşke o zamanlar da bir blogum olduğu aklıma gelseydi de sizi kahkahalara boğacak ama benim yaşarken gözyaşlarına boğulduğum sıra dışı talihsizlikleri yazsaydım. Bugün yıllar sonra şifreyi hatırlayıp yazmamın nedeni aslında biraz sizin için bir şeyler yazmak değil de kendi kendime dertleşmek için. Bu yüzden bu noktadan sonrasını okumasanız da olur.
   
        Arkadaşlarımı çok fazla darladığım için artık beni dinlemekten sıkıldılar. Ne zaman onun hakkında bir şey yazsam -ve bu şey komik bile olsa- kendisi bana mesaj atıp sövdüğü için çareyi asla okumadığını düşündüğüm blogumda onun dedikodusunu yapmakta buldum (Çünkü kendisi 4 satırdan fazla gönderdiğim mesajları bile okumazdı).
En baştan söylemeliyim ki ben AŞK ACISI ÇEKMİYORUM. Ben hiçbir mide ilacının geçiremeyeceği bir hazımsızlık çekiyorum. Onu unuttum. Hatta iki buçuk yıldır ilk kez onu iyi ya da kötü hiç kimseye anlatmadığım bir arkadaş grubuna dahil oldum. Halbuki onu yıllarca konuşsam sıkılmam sanırdım. Benim unutamadığım yaşadıklarım, onun bana yaşattıkları. Yaşamayı hiç hak etmediğimi düşündüğüm günler, haftalar, saatler...  Pırıl pırıl , eğitimli, ahlaklı ,saygılı genç bir kadın yetiştirmek ne kadar zor biliyor musunuz? Böyle biri olmam için hem ben hem ailem ne kadar çabaladık. Şimdi hayatımın bir döneminde birinin bana böyle değersiz hissettirme cürretini göstermiş olması, benim buna izin vermiş olmam düşündükçe beni çıldırtıyor ve yaptığım bu hata hiç ama hiç aklımdan çıkmayan bir pişmanlık olarak tüm organlarımı çürütüyor. Sertap Erener'in Gel Barışalım Artık şarkısıyla Karbeyaz şarkısı arasında 6 albüm, bizim ilişkimizin de bu iki şarkı arasında yer değiştirmesinin arasında 2 yıl 3 ay var. Bugün onu son görüşümün üstünden 3,5 ay geçti ve ben bugün ilk günmüş gibi ağladım. O kadar çok ağladım ki yatağımın baş ucunda sürekli mastürbasyon yapan bir ergeninkinden daha çok peçete vardı. Ve kendimi öldürme düşüncesiyle , ağlayınca dudaklarımın rengi çok güzel oluyor düşüncesi arasında gidip gelirken hazmedemediğim şeylerin bir listesini yapmaya karar verdim.

1-) O kadar yıl peşimde koştun. Kimseye ikinci şansı vermezken sana verdim ve bunun değerini bilememeni hazmedemiyorum.
2-) "Bana biraz daha zaman ver" dediğimde "Birbirimizi daha ne kadar tanıyacağız" diyip alelacele sevgili olmamızı ama beni gerçekten hiç ama hiç tanımamanı hazmedemiyorum.
3-) İnsanlar genelde benim için "banabisugetiri ağlarken hiç hayal edemiyorum bence o hep böyle vurdumduymaz ,neşeli hiçbir şeye ağlamıyordur" derken ben sana senin için ağladığımı söylediğimde, kalbimin aslında kimsenin görmediği yerini sana gösterdiğimde "Sen zaten ancak ağlamayı bilirsin, git intihar et" demeni hazmedemiyorum.
4-) Birbirimizi 6 aydır hiç görmemişken, birbirimize 1,5 yıldır hiç dokunmamışken ben Brüksel'den direkt senin yanına gelmek istediğimde 6 bavulumla "Sen Havaş'a bin gel" demeni hazmedemiyorum.
5-) Bunun benim kalbimi kırdığını söylediğimde "Benzin ne kadar haberin var mı?" diyişini ve beni görmek için benzine vermek istemediğim parayı hiç ama hiç cannabisten kısmamış olmanı hazmedemiyorum.
6-) Çarşaftaki lekelerin beni utandırdığını söylememe rağmen onları 2 hafta yıkamadan çamaşır makinesinin üstünde bekletmeni, ev arkadaşın dahil evine tüm gelenlerin onları görmesini hazmedemiyorum.
7-) Başıma iyi ya da kötü bir şey geldiğinde ilk seni arayamayışımı hazmedemiyorum.
8-) Sana okulda bana asılan biri olduğunu söyledikten sonra başka bir nedenden kavga ettiğimizde "Git kendini o çocuğa siktirt" demeni hazmedemiyorum.
9-) Yeni tanıştığın kızları etkilemek için her şeyine özenmene rağmen sırf beni cepte gördüğün için her seferinde kapıyı pijamanla açmanı hazmedemiyorum.
10-) Bana "Ne yaparsam yapayım ne kadar çabalarsam çabalayım sen mutlu olmuyorsun" demeni ama aslında beni mutlu etmek hiçbir şey yapmamanı hazmedemiyorum.
11-) Tatlı yediğimiz gün senin paraların çok bozuk olduğu için hesabı ödediğimde "Tamam ben de su alayım o zaman" demeni başkasının şişesinden su içemediğimi bilmene rağmen tek bir şişe su almanı "Pardon ya" diyip karşımda o suyu bitirmeni hazmedemiyorum.
12-) Sen arkadaşının sarhoş bir kızın bekaretini aldığını böbürlenerek anlatan, bir köpeği sevmek için cins olmasını bekleyen ve senden ayrı düşünen herkesi yobaz ilan eden biriyken benim sana beni ağlatabilme, öpebilme, üstüme kokunu sindirebilme hakkını vermemi hazmedemiyorum
13-) Ortalamamın seninkinden yüksek olmasının seni emasculate ettiğini söylemeni ama beni gecenin bir yarısı tek başıma sokağa atmanın senin erkekliğine dokunmamasını hazmedemiyorum.
14-) Bana en yakın arkadaşlarımın meme ucunun rengini sormanı hazmedemiyorum.
15-) Bana seni seviyorum dedikten 3 gün sonra -doğum günümde- başka bir kızla buluşup artık ondan hoşlanıyorum demeni hazmedemiyorum.
16-) Senin istediğin şeyleri yapmadığım zamanlar  bana yetersiz muamelesi yapmanı hazmedemiyorum.
17-) Tüm bunlara rağmen yine de "Sezgi biz seninle sadece anlaşamadığımız için ayrıldık. Ben sandığın gibi kötü biri değilim, sen böyle biriyle beraber olmadın" diye kendini savunmanı ve beni inandırmanı beklememi hazmedemiyorum.
18-) Sana inanmış olmayı ve sırf seni sevdiğim için bu psikolojik şiddete maruz kalmış olmamı hazmedemiyorum. Keşke -hep söylediğin gibi- beni bir güzel dövseydin. Çünkü o zaman en azından biraz zaman ve pansumanla yaralarımın geçeceğini bilirdim. Şimdi neyle,nasıl, ne zaman geçer hiç bilmiyorum...

Seninle yaşadığımız saf aşktı, tutkuydu. Tutku bizi bir arada tutan tek şeydi.Aramızda saygı yoktu. Birbirimize ağza alınmayacak şeyler söyledik ve bu normalmiş gibi kaldığımız yerden devam ettik. Aramızda sevgi de yoktu. Sevgi öyle sakin öyle naif bir duygudur ki sevdiğini sarar kollarsın sıkı sıkı. Biz tutkunun verdiği ateşle birbirimizi yerden yere vurduk, kim daha çok can yakacak diye yarışa girdik. Hani kediler çiftleşmeden önce eşinin ne kadar dayanıklı olduğunu görmek için birbirlerini kızdırırlar ya, öyleydi işte. Öyle ilkel ve hayvaniydi aramızdaki şey. Ve biliyorum tüm bu gösterişli kıyafetlere, yüksek binalara, beşeri tüm şeylere rağmen o en ilkel yanımız hiç evrilmeyecek. Burnum hep kokunu takip edecek, sen kim bilir hangi ülkede, hangi şehirde of çeksen benim burda hiç habersiz canım sıkılacak  ve olur olmadık yerlerde karşılaşacağız. Ama ben artık yemin ettim sana karşı koymaya. Çünkü bu yaşımda anladım ki yanılmışım. Aslında beni dünyadaki tek kadınmışım gibi şehvetle öpen bir adamdan çok dünyadaki tüm kadınlardan daha değerliymişim gibi elimi sıkıca tutacak bir adam beni daha çok mutlu edecekmiş. Bunu anladığımdan beri aramızın eskisi gibi olamayacağını da anladım. 

15 Nisan 2017 Cumartesi

AŞK ACISI NASIL GEÇER?





    Merhabalar benim dört saat boyunca çevresindeki herkesi eski sevgilisi hakkında darlayan sonra da "Unuttum abi tabi aklıma bile gelmiyor" diyen okurlarım ,
Bahar geldi , yaz da geliyor . Sevinçten bütün okulun ortasında arkadaşlarım beatbox yaparken kafamın üstünde dönebilirim. Bir dakika durun ve sadece o görüntüyü hayal edin. Ahaha!  Ama doğum günümün yaklaşması da biraz korkutup üzmüyor değil . Genelde bahar aylarında her yerde ,rahatlatıcı videolarda birden çıkan korkunç suratlar gibi ,her yerde AMA HER YERDE birden bire ortaya çıkan el ele dolaşan çiftleri görürüz. Ancak bu mart ayından beri çevremde sevgilisinden ayrılmayan kimse kalmadı . Gözyaşı görmekten ciğerim soldu. Normalde ağaçkakan kuşu gibi hiç durmadan birinin beynini konuşa konuşa uyuşturabilirim. Ama söz konusu duygular olunca , teselli etme gücüm de bir yere kadar etkili oluyor. Bu yüzden birkaç filmle kalbi yıllardır Greenpeace eylemi görmemiş bir çöl kadar çatlak arkadaşlara yardımım dokunur belki. 

     Geçenlerde bir tanıdığın önerisiyle "Mr.nobody"'i izledim . Geçen dönem aldığım film analiz dersinden  sonra zaten filmleri alnımda açılan  üçüncü bir gözle izlemeye başladım. Filmin bir sahnesi beni o kadar etkiledi ki 2-4-8-10-45 gün o sahneyi düşünüp durdum. Hatta eminim benden başka o kadar etkilenen de yoktur. Filmde bir esas kız var Elisa. Kız sürekli histeri krizleri geçiriyor . Piçin birine aşık , oğlan kızı kullanıyor . Ay ne tanıdık bir hikaye dediğinizi duyar gibiyim, sevgili kızlar. Sonra Elisa çok iyi bir adam olan Nemo'yla evleniyor ama histeri krizleri devam ediyor, hiç mutlu değil. Nemo kadını arabasını yakacak kadar seviyor. Biri benim için arabasını yaksa bacağımı koparıp veririm al senin olsun hakettin bunu diye asdfgh. Nemo'yu , kadraja saçının teli bile girse elimin ayağımın titrediği , instagramdan "Do you like şiş kebap, İstanbul is a great city " ya da "Eskiden okeyde elime joker gelince ortaya atardım artık kalbime koyuyorum" diye durmadan darladığım Jared Leto oynadığı için ara ara mola verip sakinleşmem gerekti... Kız birgün adamı, çocuklarını bırakıp ben o piçe , Stefano'ya, aşığım diyo ve evi terk ediyor. Sonra işte o sahne geliyor. Kız berberde çalışıyor, sandalyesinde Stefano'nun fotoğrafına bakıyor. İçeri bir adam gidiyor kız adamın saçını kesiyor , adam gidiyor ve kız Stefano'nun fotoğrafına bakmaya devam ediyor. Peki gelen adam kim, Stefano tabi ki! İşte tam burda durdurup kendi kendimle yüzleştim . 

    Elisa benim , zaten o kadar ağlamasından bence anladınız. Ama Stefano bu blogta birden fazla yazdığım o esas oğlan. Uzun bir süre tüm mutsuzluklarımın sebebinin onunla olamamak olduğunu sandım. Ama değildi çünkü biliyorum ki esas oğlan gelip karşıma otursa , kalkar gider ve evimde fotoğrafına bakıp onu özlemeye devam ederdim . Çünkü özlediğim gerçek o değildi, kafamda onun için oluşturduğum halini özledim durdum. Nietzsche , "İnsan arzularını sever, arzuladıklarını değil" der. Hoşlandığımız kişide içimizdeki anima/animusu görmek isteriz. (Jung bilenler anladı) Yani Elisa içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmak için güçlü, istekli ve pozitif bir insan olması gerektiğinin farkındaydı. Bu erdemi kendi benliğinde göremedi ve bu sorumluluğu Stefano'ya yükledi. Elbette gerçek Stefano bu erdeme sahip biri değil. O fotoğraftaki , hiç varolmayan Stefano'yu istedi yani aslında kendi güçlü halini istedi. Bu sebepten ben yıllarca esas oğlanı istedim. Bu yüzden bazen birinden ayrıldığımızda o kişiyi kaybettiğimize değil de daha iyi bir insan olma şansını kaybettiğimize üzülüyoruz. Filmi izlediğim sırada da ,esas oğlanda olduğu kadar yoğun olmasa da , yine böyle bir durum içindeydim. Ağladığım o değildi çünkü o yanımda olsa da ağlıyordum. Ne garip! Kendimi bir saniyeliğine mutsuz hissetsem çözümün her şeyi boş verip sinek ilaçlama aracının peşinden koşan çocuklar gibi ona koşmak, kulaklarının arkasından ve tam şakaklarından yayılan esrik eden kokusunu kalbimin en derinine çeke çeke sarılmak zannediyordum. Ama değildi . Çünkü çözüm bu olsaydı birlikte olduğumuzda bir daha hiç mutsuz hissetmezdim. Öyle şirin dudakları vardı ki ... Öhöm neyse konumuz bu değil. Yani hanımlar , beyler diyorum ki sizi dünyadaki tüm problemlerden kurtaracak, sonsuz aşkınız olacak kişi o eski sevgiliniz değil , ona yüklediğiniz anlam . Esas üzüldüğünüz onu kaybetmeniz değil , onun olmasını istediğiniz kişi olmaması . Yıldız Tilbe'yi dinleyin ve "İçimde öyle güzelsin ki , onu kirletmeyeceğim seninle " diyin ve hayatınıza devam edin.




  
   Severek ayrılanlar var mı aranızda ? Buyrun , sanırım hemşeriyiz. Eğer böyle ayrıldıysanız şu cümle eminim benim canımı acıttığı kadar sizin canınızı da acıtıyordur. "Ne onunla ne de onsuz yapamıyorum" . Rüyalarımda hasretle boğuştuğum bir gecenin ardından uyanır uyanmaz aklıma şu replik geldi " Yarım kalan aşklar hep daha romantiktir ." Hangi filmdi bu ya diye düşünürken yıllaaar yıllar önce izlediğim "Barcelona Barcelona" olduğunu hatırladım . Şu hayatta , bir potensiyal nevrotik olarak söyleyebilirim ki, nevrotik bir kadının en güzel işlendiği film olabilir. Maria Elena , esas adama deli divane aşık adam da ona . Ama beraberken o kadar büyük kavgalar ediyorlar ki birbirlerini bıçaklayacak kadar. Ayrılıyorlar kadın her ayrılıkta bir şekilde intihar girişiminde bulunuyor ve adamın yanına dönüyor çünkü kimsesi yok. Bu döngü böyle devam ediyor. Bu saykoluk size kimi hatırlatıyor ? Evet , teşekkürler beni. Peki ne zaman mı ilişkileri düzeliyor. Araya üçüncü bir kadın girince. Bir ilişkide kendimi yetersiz hissediyorsam kıskanmamak gibi bir huyum var . Bu yüzden Maria Elena'yla arkadaş olmak isterdim . Zannediyorum hoşlandığım çocuğa sevgili ayarlama isteğimi ya da open relationshipe olan düşkünlüğümü bir tek o anlar.  Tabi ki size gidin üçlü ilişki yaşayın demiyorum asdfhk . Ama bu durumdaysanız hakikaten zor be. Ama bu ne demek biliyor musunuz , aranızdan biri yeterince fedakarlık yapmıyor demek. Onunla olmayan ne ? Çok kaba olması, çok rahat olması , çok ilgisiz olması mı? Düzeltsin. Düzeltmiyorsa , sizin için fedakarlık yapmayan biri olmadan gayette yaşanır , dont worry . Ha benim gibi "Benim için fedakarlık yapıp o bülbül kalbini kafeslerde çürütmesin" diyip her şeyden vazgeçtiyseniz  sadece şunu söyleyebilirim birinin sizi ne kadar istediğine ancak o biri karar verebilir . Ne siz, ne arkadaşlarınız ne o paralar gömdüğünüz falcılarınız . Karşınızdaki adına karar vermeyin, benimle mutsuz olacak demeyin. Yoksa o başkalarıyla hayvan gibi mutlu olurken siz geceleri Sezen Aksu Seni Kimler Aldı eşliğinde gizli gizli dondurma yersiniz.


 Valla kuşlarım benim diyebileceklerim bunlar. Allah sabır versin. Ama arkadaşlarınız da napcağını şaşırdı be. Eski sevgilinize sövüyoruz "Öyle deme", övüyoruz "Kimin tarafındasın" AZ MERHAMET EDİN.  Son olarak bu ayrılık evresini atlattıktan sonraki halinize seslenmek istiyorum. Geçenlerde hayat gayet normal , tıkırında giderken ve kalpsiz banabisugetirin kalbi her zamanki gibi en az Grinchinki kadar küçükken mutfak dolabını açınca önüme düşen makarnayla bir anda tatil köyünde gece vakti çim sulayan fışkiyeler gibi ağlamaya başladım. Kırmızı kalpli makarnalar belki beraber yeriz diye almıştım , hiç olmayacak . Çimlerde dans ederken giyerim diye düşündüğüm mor kabarık elbisem hiç giyilmeyecek belki de,   öve öve bitiremediği o dondurmacının önünden  geçebilir miyim bir daha , sanmıyorum. Bu onu unutamamaktan değil, hayallere olan saygıdan aslında. Her hayal beraber kurduğunuz kişilere özgüdür, başkasıyla yaşanırsa başkasına da, size de, hayalinize de yazık.  Bu yüzden doğru hayalleri doğru kişilerle kurun. Size hiçbir gelecek vaddetmeyen, kim olduğunu , lakabını, nerden gelip nereye gittiğini size anlatmayan , paylaşmayan , hiç vermeyen hep almak isteyen insanlarla değil. Sonra böyle güzel hayallerinizin suya düşmesine ağlamayın. 




Son olarak şu efsane sahnesi koyup acınıza acı katıp kaçıyorum