18 Şubat 2020 Salı

BİLKENT GÜZELDİ AMA İNGİLİÇÇE

                    Merhabalar benim Allahın her günü bu mal bile işe girmiş diyen okullarım,
Üniversite bitti. Resmen işsizim. Hatırlarsanız bundan 5 yıl evvel şu yazıyı yazmıştım. Bu 5 yıl içerisinde hayatımın en doğru kararlarını verdiğim kadar hayatımın en pişmanlık dolu kararlarını da verdim. Önceki yazıyı yazdığım banabisugetirle şu ankini yan yana koyduğumda şu ankinin zekasına, kadınlığına, anlayışına hayranlıkla bakıyorum. Tabi öncekinin daha başarılı olduğu konular vardı örneğin müzik bilgim o kadar iyiydi ki MTV'ye sunuculuk için başvurmuştum lol şimdi 90lar pop gecelerinin aranan ismiyim sadece...




Bundan 2 hafta önce babaannemin ALS hastası olduğunu öğrendim. Ice bucket challenge yapıldığı dönem olayı wet t-shirt contest geyiğine vurduğum için hastalık hakkında pek bilgim yoktu. Maalesef ki tedavisi olmayan ve çok zorlu süreçleri olan bir hastalık. İlacının Türkiyede çok zor bulunması sebebiyle facebook gruplarına üye oldum, yardım eden birini bulabilirim belki diye. Babaannemin çekeceği süreç ne kadar acı olsa da sonuçta 72 yaşında ama o grupta gencecik insanlar gördüm, maddi durumu iyi olmayıp bu hastalığa yakalananlar gördüm. Bu hep hastalar için hem onlara bakanlar için çok zor. Şimdi yazacaklarımı herhangi bir hastalıktan şikayetçi biri okur da umutsuzluğa kapılır diye ödüm kopuyor ama yazmak istiyorum çünkü değişmesini istiyorum. Bu hastalığın neden olduğu bilinmiyor ve hepimiz her an olabiliriz ve bu iki haftadır düşünüyorum, şu an bu hastalığa yakalanmış olsam ne yapardım? Demode pick up linelarla DM'ime düşen erkekler bir daha yazar mıydı, hep en yavaş olacağım ve sonunda yürüyemeyecek duruma geleceğim için arkadaşlarım beni birkaç doğum gününden başka bir yere çağırır mıydı, normalde eğitimimden ve becerilerimden yararlanmak isteyen bir şirket bu hastalık zekamı hiç etkilememesine rağmen beni işe alır mıydı? Oturduğum sandalyede başkalarının en romantik aşkları, en güzel işleri, en güzel eğlenceleri yaşadıklarını izleme ihtimalini düşününce bile kalbim kırıldı. Uğruna günlerce ağladığım erkekler, sabahladığım ödevler hepsi gözümde ufalanıp yok oldu.
             Bizden önceki neslin motivasyonu "Hayat çok kısa yap gitsin" cümlesiydi ama fark ettim ki bizim motivasyon cümlemiz "Hayat çok uzun sonra yap gitsin". Hepimizi çok sevdiğimiz sevgililerimizden belki daha iyisini buluruz diye ya da daha çok gencim hayatımı bir kişi üzerine kuramam diye ayıran bu cümle değil miydi, bir şeyler üretmek varken evimizde bütün gün saatlerce dizi izleyip, oyun oynamamızı sağlayan bu cümle değil mi? Bizim nesil aceleci değil, tembel ve plansız önümüzde uzun yıllar olduğunu düşündüğümüz için. Coronanın ya da bazı iklim felaketleri yüzünden bizden sonraki neslin zaman kullanımında daha etkili olacağını düşünüyorum ama biz de olmalıyız. Çooooook klasik gelecek biliyorum ama ertesi gün yakalanabileceğimiz bir hastalık çok sevdiğimiz birinden bizi sonsuza kadar ayırabilir ve hastalıkların da insanlar için olduğunu
anlamamız gerekiyor. Kimseyi elinde olmayan bir sebeple bizden aşağı görüp dışlamak doğru değil.

           Tabi bu düşüncelerle boğuşurken Tanrıyla yakınlaştım. Dinlerin çoğunun demokrasileri yok etmesini, terörü ve hoşgörüsüzlüğü yaymasını güçlü bir argüman olarak kullanıp deist olan insanları anlayabiliyorum. Ama bence ateistleri ya vaktinde Tanrıya çok yalvarmış ve bir cevap alamamış ya da hiç gerçekten Tanrıya yalvarmak zorunda kalmamış insanlar oluşturuyor. Tanrının neden insanları bu acıların içine attığını, beni de atıp atmayacağını doğum haritamda satürnün 8.evde olmasının (ölümden korkma ve acı çekerek ölmeye işaret eder) verdiği anksiyeteyle düşünürken şu tasavvuf düşüncesine denk geldim. Ölümün gerçekte ne kadar acıtacağı, fiziksel olarak çektiğimiz acılara ne kadar bağlı? Örneğin, sayısız hırsızlık yapmış, hayvanlara ve insanlara şiddet uygulamış biri bir gece uykusunda öldüğünde, her gün iyilik yapan ve 3 yıl felç olduktan sonra hastanede ölen birinden daha mı az acı çeker? Ölüm anında vicdanımızın bize yaşatacağı korku kaç dakika sürecek, ne kadar acıtacak bilmiyorum ama ruhumuz bedenimizden ayrılırken hissedeceğimiz acının fiziksel olandan apayrı olacağını düşünüyorum. Yaktığımız canları, yaptığımız haksızlıkları, söylediğimiz acı sözleri geri alamayacağımızı bilmenin yarattığı çaresizlik ne kadar kötü biriysek o kadar canımızı yakacak.
      Yavaş yavaş kabullendim şimdilik babaannem çok şükür iyi. Bunu bir içsel aydınlanmaya dönüştürüp beni mutlu etmektense mutsuz etmeyi misyon edinmiş insanlarla görüşmeyi bıraktım, İstanbul'a taşındım.Ankaraya dair özlediğim tek şey kedim Güneş ve mutfak masasında kalan peripellam olması bazı arkadaşlarımı üzse de gerçek bu... Şu an ablamla beraber 800 erkekten oluşan bir kampüste kaldığım için ablam beni dışarı çıkarmayı pek tercih etmiyor ahaha yine de çıkıp köpekleri besliyorum, yoga yapıyorum, bol bol şükrediyorum. Hem Ankarada hem İstanbulda iş başvurusunda bulundum bakalım ne çıkarsa bahtıma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siz yorum yaptıktan sonra kim arkanızdan ne demiş öğrenmek için lütfen mail adresinizi girmeyi unutmayın!